1955’te İstanbul, Türkiye’de doğdu. İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor.
“Tarih” denilen şey, genellikle “önemli” olayların bir dizgesidir. Dolayısıyla tarihsel nesnelere bakış açısı da o
dizgenin yarattığı anlam dâhilinde kalır. Açıkçası, yaratılmış ya da kurgulanmış bir anlama uymayan bir nesne
önemini yitirecektir. Örneğin bir savaş alanından bulunmuş bir ok ucu önemlidir, antik dönemin görkemli
binaları içinde yer alan bir rölyef ya da bir tapınaktan çıkartılmış bir heykel parçacığı da önemlidir vb… Bir
anlam kurgusuna göre meşruluk kazanmış, değerini o meşruluktan kotarmış nesneler dışında hiçbir şey,
“tarih” denilen şey ile birlikte kolay kolay anlam kazanmaz.
Oysa bu son derece sığ bir yaklaşımdır ve aynı zamanda kitleleri “büyük tarih” ideolojisine ortak etmek için
de garantili bir dayatmadır. Özellikle arkeologlar iyi bilirler: Bir kazı alanından çıkan en önemsiz bir kırıntı
bile, birtakım tutarlı yorumlar doğrultusunda tarihin klişelerini kırabilir ve onu özerkleştirebilir. Önemli olan,
nesneye anlam verme sürecinde, ona önyargısız yaklaşmak ve nesneyi önceden tasarlanmış bir görüşe monte
etmemektir.
Bu yapıt, asla gerçek dışı bilgilere itibar etmeden ve tamamen doğru verilere dayanarak, önemsiz görülen
nesnelerden bir tarih yorumu yapmaktadır. Bu yorum ise hiçbir ideolojinin, hiçbir dayatmanın ya da hiçbir
kurgunun hizmetinde olmaksızın, yalnızca kendi yolunu izlemekte ve yalnızca kendi sonucuna ulaşmaktadır.
Sonuç olarak, R.E. Wycherley’nin Pausanias (MS 2.yy) üzerine yaptığı şu saptamayı anımsamalı: “Pausanias ile
yapılmayacak olan, sıradan yurttaşların sıradan evlerinin bir araya sıkıştırıldığı arka sokaklara ve kirli ara
yollar labirentine dalmaktır. Pausanias, burada ilgimizi çekecek şeyleri anlatmaz; onun deyimiyle bunlar ‘görülmeye
değer’ değildir. Ancak neyse ki artık arkeolojik kanıtlar aracılığında Hellenlerin evlerini birkaç yıl öncesinden
daha iyi biliyoruz ve bu evleri Pausanias’ın bize verdiği çerçevenin içine oturtarak gözümüzün önüne getirebiliyoruz.”